31 Aralık 2008 Çarşamba

Bir Aşk, Bir Sarhoş ve Bir Şehir

BİR AŞK

Bir gün doğumunda keşfettim onu...

İlk önce kaçamak bakışlar attım. Sonra güneşin ilk ışıklarıyla sokaklarla birlikte vücudumda ısınmaya, aydınlanmaya başladı. Damarlarımdaki kan akışı arttı, tüylerim ürperdi, göz bebeklerim ürpertiyle büyüdü, başım döndü. Zaman durmuştu, alem durmuştu, kalp durmuştu...

Saçlarındaki ahenk bir ebrunun güzellik sırrını veriyordu. Hafif esen meltemde saçlarının salınmasıyla ruhum da salındı, salındı....

Gün doğuyor yüze beliriyordu. Gün mü doğuyor yoksa yüzü mü?

Bal dudakları belirdi. O dudaklar ki sanki sırrın zevkinden hafif gülümseyen; o dudaklar ki aşkın susuzluğunda kurumuş, o dudaklar ki baldan tatlı, ölümden öte.....

Gamzeleri belirginleşiyordu. Gamzeler belirginleştikçe, ben benden öteye gidiyordum. Gamzelerin derinliği bir kara delik misali beni ve alemi kendine çekiyor, kendinde yok ediyordu. Bu gamze Azrail olsa da ona can versem diye dile geldim.

Burunu belirginleşti. Bir nokta, bir köşk, bir saray, belaya nazır, aleme nazır. Bülbülün susup, konup, göz yaşı dökebileceği bir konak.

Gözler....Can verdiğim gözler, kendimi ve alemi gördüğüm gözler, özü gördüğüm gözler. Vuslatı haber verircesine adamın ciğerine işleyen gözler, ölene üfürülen sur işte bu olsa gerek. Can verip can bulunası gözler.

Elimi uzattım. O da uzattı. Ben yüzüne, o kalbime dokundu.

O an, Nazlı bir AN; O an.

Gözlerim kapanmaya başladı, tüm uzuvlarım yetilerini kaybetmeye başladı, kendimi kaybetmeye başladım. Inat ettim, zorladım. Göremiyordum.Ama biliyordum ve hissediyordum kalbimi tutuyordu. Bilipte görememek, uzanıpta ulaşamamak, vuslata AN kala, göremiyordum, bilemiyordum.

Şemsin sözü gibi başımı bile verirdim ki gayret ettim. Olmadı bir baş bile veremedim, bir can bile veremedim. Can veremeyi bile beceremeyen cansız bir beden.

Gözümü açtım kalbimi tutuyordu ancak yoktu önümde, yanımda.

Gitmiş. Beni öksüz bırakarak, beni aç bırakarak, beni susuz, beni Nazlı bir Ansız bırakarak...Gitmiş. Beni bırakarak, beni, ben.....

Geride kalan tutuk bir kalp, yaşlı bir göz, bir günah, bir sevap.....

BİR SARHOŞ

Uyanıklık ile uyku arası, gün doğumundan sonra, güneş tepeye ulaşmadan önce, gölgelerin sokağı kapladı an.

Güneşin ufkunda, Gözün Tepe olduğu an.

Yakındaki demiryolundan geçen trenin sireniyle, önce sarsılınıp sonra girilen bir ev.

Buram buram, burcu burcu gül kokan bir oda.

Odada alemi yudumlayan bir adam, bir Adem, nokta gibi....

Tutuk kalbim acımıyor artık. Acıyan benliğim nefsime, bedenime...

Gözü gözümde. Özü içimde. Baba misali evladına açık bir gönül orada...Bense benliğimden kayıp, benliğimden uzak, benliğime yakın, aynı. Ne acı.

Gönlüm çoşuyor, dilim susuyor; O ise gülüyor. Sadece gülüyor. O güldükçe, içim yanıyor. Gözüm görüyor, kalbim çarpmıyor, susmuş. Susamış kalbim susmuş. Gönlüm ferah.

Gelgit misali gönlümün kumları savruluyor. Ama o gülüyor. Sadece gülüyor.

Satırlar düşüyor önüme, okuyorum ama anlamıyorum.

Alem akıyor gözümün önünden, akan ben miyim bilemiyorum.

Susuyor ama herşeyi anlatıyor. Elbette anlayana.

Başım dönüyor, sallanıyorum, düşmemek için tutunuyorum. Bir defa düşmüştüm, bu defa olmaz diyorum. Ama nafile. Yerdeyim, yerin dibindeyim. Kalbim tutuk, gönlüm yanık.

Ve ilerleyen yıllarda bir gün...

Yine gün doğumu öncesi, uyku ile uyanıklık hali arası. Geliyor yanıma...Gözüm kapalı, gönlüm açık... “Kalk” diyor, “Kalk, ben vuslattayım Allah'ta nasip etsin sana” . O'na doğru yürüyor. Bir adam, bir adem, sarhoş misali, Alemi sallayarak gidiyor.

Geride kalan tutuk bir kalp, yaşlı bir göz, bir günah, bir sevap.....

BİR ŞEHİR

Aşkın ve AŞKIN geçtiği bir şehir. Herkesin fethe niyet ettiği, aşığın fethettiği bir şehir. Surlarında olduğu kadar, gönülde de gediklerin olduğu bir şehir.

İSTANBUL.

Surlar, minareler ve elbette boğaz tanıklık eder zamana inat, benliğe inat, aşka.

Bir mabettir aşık için.

Bir anıdır, bir seherdir, bir vicdan muhasebesidir.

Bir kıyamettir, bir sevdadır.

Yeri gelir Kerbela'ya döner, yeri gelir Babil'in Asma Bahçesine.

Dekor değişse de, Sahnesin sen İstanbul. Oyuncular ise aşka aşıklar.

İlmin, bilmin gerçeği taşa çalınır. Gökte yankılanır ezanlar Boğaz'ın ortasında, gönlüde açar gülleri.

Ah İstanbul. Sende yaşamıyorum ama seni yaşıyorum.

Duy beni Ey İstanbul.

Geride kalan tutuk bir kalp, yaşlı bir göz, bir günah, bir sevap.....

İşte buradayım bas beni de bağırına.

:Aşk'tan AŞK'a, Aşık'tan AŞIK'a

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

Hz.Pir Mevlana