21 Ağustos 2010 Cumartesi

Doç. Dr. Ekrem DEMİRLİ;HAYRET

HAYRET
Marifete ulaşan fakat bunu ifade edemeyen ârifin durumunu anlatan bir tasavvuf terimi.

      Sufiler, “şaşırmak, yolunu kaybetmek” anlamına gelen hayreti sülukun sonunu ifade etmek için kullanmıştır. Bu yönüyle hayret, tasavvufi tecrübe karşısında dilin anlatım imkanlarının yetersizliğini ifade eder. Kavram, ilk dönemden itibaren tasavvuf metinlerinde dile getirilmiştir. Bununla birlikte hayrete yüklenen anlam ve sebepler, farklılık gösterir. Zünnûn el-Mısrî, “Allah’ı en iyi tanıyan O’nun hakkında en fazla hayret edendir” der. Cüneyd-i Bağdâdî ise “Düşüncenin ulaşabildiği son nokta hayrettir” demiştir. Sehl et-Tüsterî, “Mârifetin nihaî noktası hayrettir” dermiştir. Bu ifadeler, ilk sufilerde hayret hakkındaki ortak görüşü dile getirir. Sufilere göre gerçek mârifet, aklın Allah karşısında acizliğini ve yetersizliğini kavramasıdır. Bazan sûfî, ilâhî tecellileri temaşa ederek hayrete düşer. Ebû Bekir eş-Şiblî bu hal içindeyken şöyle demiştir: “Ey hayrete düşenlerin rehberi! Benim hayretimi arttır!” İbnü’l-Fârız “Hayret etmesem hayret bana!” demişti. Hz. Peygamber bir duasında “Allah’ım! Benim sendeki hayretimi artır” demiştir. Bu dua, marifetin kemalini gösteren bir ifade olarak tasavvuf metinlerinde tekrarlanır.
İbnü'l-Arabî, ilk dönemden itibaren tasavvufi metinlerde görülen hayreti daha geniş bir zeminde ele alarak meseleye epistemolojik bir içerik ve boyut kazandırmıştır. Ona göre hayret, iki türdür: Birincisi, bilgisizlikten kaynaklanan “şaşkınlık” anlamındaki hayrettir. Bu hayret, hakikatten perdelenmiş insanların hayretidir. “Delailü’l-hairîn” (şaşıranların rehberi) şeklinde bilinen bir tür literatür bu sınıftaki insanları uyarmak amacıyla yazılmıştır. İbnü'l-Arabî, sufilerin hayret derken bunu kast etmediklerini özenle belirtir. Ona göre hayret, insanın Mutlak Hakikati idrak ve müşahede karşısındaki tavrının adıdır. Bu yönüyle hayret, marifetin bir sonucudur. Bu özellikteki hayretin gerçek nedeni, Mutlak’ı karşıt ve zıt özelliklere sahip bir varlık olarak görmektir. Akıl ve buna bağlı olarak insanın ifade araçları, bu özellikteki bir hakikati kavrayamaz. Salik bu nihai tecrübeyi ifade etmeye kalkışacağı zaman onu ifade edebilecek herhangi bir kavram bulamaz. Bunun yerine yapabileceği tek şey, susmaktır. Susmak, hayret halinin bir gereği ve sonucu olduğu kadar aynı zamanda onun bir kanıtıdır. Susmak, sufiler tarafından sürekli gönderme yapılan bir kavramdır. Bu bağlamda ilk dönem tasavvufunda özellikle Abdülcebbar en-Nifferi’nin ‘mevkıf’ diye isimlendirdiği terim de bu hayrete karşılık gelir.
İbnü'l-Arabî ekolunun kurucu isimlerinden Sadreddin Konevî ise, hayreti farklı yönlerinden ele alır. Ona göre hayret, insanın hakikate ulaşma çabasındaki son duraktır. Bu yönüyle Konevî, önceki sufilerin görüşlerini yineler. Ancak bu düşüncenin nedenlerini ele alırken özellikle İbnü'l-Arabî’de gördüğümüz bazı düşünceleri ayrıntılı bir şekilde zikreder. Ona göre hayretin esas nedeni, “kendinde şey” (nefsü’l-emr) diye ifade edebileceğimiz salt hakikat hakkındaki bilgimizde bir kesinliğe ulaşamayışımızdır. Kendinde şey ya da salt hakikat, herhangi bir sabit forma sahip değildir. Bu durumda onu ifade etmek için başvuracağımız bütün araçlar başarısız kalacaktır. Bu durum ise, hakikat karşısında bir tür göreliliği istilzam eder. Salt hakikati en iyi ifade edebilecek tasvir ‘bütün zıt özellikleri kendinde toplama’ özelliği olacaktır.
Sehl b. Abdullah et-Tüsteri’ye izafe edilen ”Allah’ı zıtları kendinde toplama özelliğiyle bildim” cümlesi, sufilerin bu konudaki genel düşüncelerini özetler. Bu ifade Hz. Ebu Bekir’e izafe edilen “İdrak edememeyi idrak idraktir” şeklindeki bir cümlenin başka bir ifadesi olarak tasavvuf metinlerinde sıkça tekrarlanmıştır. Bu aynı zamanda Allah’ı bilememek veya bilgiyi ifade edememek demektir. Çünkü insan idraki, böyle bir hakikati kavrayamaz ve onun karşısında “hayret” etmekten başka bir çare bulamaz.
Sufilerin sembolik anlatımları tercih etmeleri, hakikatin kuşatılamaz ve dile getirilemezlik özelliğinden kaynaklanır. Hakk’ın çeşitli ve sonsuz tecellilerini temaşa eden ârifler hayretlerini mısralarla ifade etmiştir. Bu konudaki düşüncelerini ortaya koymak için hikâyeler anlatmış ve menkıbeler nakletmişlerdir.