2 Mart 2009 Pazartesi

Ekrem Demirli ;Kurban Bayrami

-Bugün bayram. Tasavvufta bayram ne anlam ifade ediyor?

Bayram insanın yoğun bir emek ve çaba sonucunda elde ettiği ve başardığıyla sevinmesi. İslam geleneğinde başlıca iki bayram var. Birincisi Ramazan, öteki kurban bayramı. Her ikisi de yorulmanın, emek vermenin, erdemli ve ahlaklı bir hayat için terlemenin sonucunda gayeye ulaşmanın verdiği mutluluğu anlatır. Ramazan için yorulma, tutulan oruçlarla ilgili. Oruç insanı her türlü hazdan alı koyar ve onu geçici bir meşakkate sokar. Gayenin gerçekleşmesiyle insan sevinir. Kurban bayramı ise hac ibadetiyle ilgilidir. Hac bütün ibadetlerin en meşakkatlisi sayılabilir. Gerek ilgili ayetlerde ve gerek hadislerde hac sürekli imkan ve güç sahibi olmak şartıyla zikredilmiştir, “hacca gitmeye imkan bulanlar” denilmiş. Hac bütün ibadetler içerisinde en çok sembol taşıyan ibadettir. Haccı hayatın her anını ilahi ölçülerle yeniden inşa etmeyi hedefleyen ibadet saymak gerekir. İhram giymekle başlayan ve kurban kesmekle sonuçlanan süreci, ömrün bir sembolü görmeliyiz. Öyleyse kurban bayramı, bu amaca ulaşmak ve bunun sevincini bütün insanlarla paylaşmak demektir. Sufiler aynı düşünceyi hayatın farklı alanlarında uygulamışlar. Bir sufi için uğruna gayret gösterilecek en önemli şey, benliğin kemale erdirilmesidir. En önemli ideal, ahlaklı bir insan olmaktır. İnsan bunun için yorulur ve bayram gayeye erince gerçekleşir. Bayramı bazen “kadir gecesi” diye isimlendirirler. Bazen ölümü gayenin gerçekleşmesi olarak görürler. Mevlana ölümü bayram ve düğün gecesi olarak niteler. Öyleyse bayram, bir emeğin sonucunda ulaşılan –daha doğrusu Allah’ın ihsan ettiği- başarının ortak yaşanmasıdır.


-İnsanlar sanki hayatının belli kesimlerinde bayram yaşıyorlar gibi...bayram neyi öğretiyor?

Sufiler dünyayı anlatırken ‘imtizaç’ yani karışıklık alemi derler. Bununla hüznün ve sevincin, iyilik ve kötülüğün birlikte olması kast ederler. Bu bakımdan hayatta hüzün olacak, sevinç olacak, sıkıntı olacak, neşe olacak vs. Fakat bunlardan birisinin bütün hayata hakim olması, mesela tedavi edilmez bir pesimist haline gelmek veya vurdumduymaz bir iyimser haline gelmek, hayatı anlamayı zorlaştırır, insanı gerçekten uzaklaştırır. Bu bakımdan bayramlar, toplumsal olarak hüzün ve sevinç dengenin kurulduğu, barışın sağlandığı ortak bir imkan olarak görülmelidir. Çünkü insan dengeyi ancak başka insanlarla birlikte bulabilir. Bunun için din, toplumsallaşmayı teşvik etmiş ve insan ile toplum arasında karşılıklı haklar ve yükümlülükler yerleştirmiştir. Her ferd, bir yanıyla topluma emanettir, öte yandan topluma karşı yükümlülükleri vardır. Bayramlar, ahlaklı ve erdemli bir insan olmanın, gerçekte “insan” olmanın başkasına karşı vazifelerimizi yerine getirmekle mümkün olduğunu bize hatırlatır.

-Türkiye olarak topluma baktığınızda eksik olan şeyler neler?
Hiç kuşkusuz bireysel hayatımızda neler eksik ise, başkalarının hayatında da benzerleri eksiktir. Benim anlayışıma göre, Türkiye’de en büyük sorun, insanların gereğinden fazla beklenti içinde olmaları. Hayalleri ve kuruntuları çok olan bir toplumuz. Herkes kendi görevini ertelemiş veya paranteze almış, başkasından bir şey beklemekte. İşimizi hep başkasına havale ediyoruz. Halbuki ömür insana verilmiş bir ihsandır ve herkes kendi ömründen sorumludur. Kanaatimce, her insan enerjisini kendi görevine teksif etse, hayat daha keyifli hale gelecek. Buna bağlı başka bir sorun, bence tembellik. Başarıya emeksiz ulaşmak istiyoruz. Başarısız da bayram olmaz. Biz çok bayramları olan bir milletiz. Ancak bu bayramları haklı hale getirecek enerjiyi harcamıyoruz. Hayatın her aşamasında bunu görmek mümkün. Halbuki emek olmadan kemal olmaz.

-Sevmeyi biliyor muyuz?
Sevmek fıtri bir duygu. Yaratılan her şey, sevme yeteneğine sahip ve herkes bir şey sever. Her şeyden önemlisi, herkes kendisini sever. Fakat sevgide sorun, yaratılıştan gelen sevginin sağlıklı düzeye çıkartılması. İnsan kişiliğini ezmeyen, öz saygısını kaybettirmeyen, onu toplumun saygın bir üyesi olarak hayata ve insanlığa katan bir sevgi anlayışını geliştirmek esastır. Bu sayede insan, kendini sevecek, çevresini sevecek, başka insanları sevecek, hayvanatı sevecek, bitkileri sevecek vs. Sonuçta hayatın ancak bu bütün içinde anlam kazanan bir şey olduğunu öğrenecek. İnsana kendisini sevmenin sadece kendisi olarak gördüğü bir benliği sevmek demek olmadığını ve böyle gerçekleşemeyeceğini öğretmek gerekir. Yunus Emre ‘Yaratılanı sevdik yaratandan ötürü’ derken aslında yine insanın kendisini sevmesinden söz etmiştir. Ancak kendisini sevmenin bütün insanları sevmekten, insanları sevmenin ise neticede ve asıl itibarıyla Allah’ı sevmekten geçtiğini söylemektedir. Günümüzde unutulan husus budur. Allah’ı sevgimizin ve düşüncemizin ana konusu haline getirmedikten sonra, bütün insanlığı sığdıracak bir gönle sahip olmanın formülünü insanlık bulamadı.

-Sevmenin kuralları var mı?
Sufilerin anlayışından meseleye bakarsak, konuyu daha rahat anlama imkanı buluruz: Onlara göre sevgi merkezden çevreye doğru yayılmıyor ve nihayetinde Allah sevgisine ulaşmıyorsa ortada bir sorun var demektir. Daha doğrusu ilk ibtidai halindeki duşgu sevgi zannediliyor demektir. Halbuki yaratılıştan gelen duygunun akıl süzgecinden geçirilerek, makul bir anlayışa yerleştirilmesi gerekir. Bu ise, sevginin sürekli olması, erdeme bağlı olması, ihya edici olması ve başkasına zarar vermemesi demektir.

-Sevdiğimiz insan üzerine sonsuz haklara sahip miyiz?
Haklar meselesi başka bir konu. İnsanın haklarını ve yükümlülüklerini birlikte ele almak gerek. Hakları olmadan yükümlülüklere vurgu yapmak insanı aptallaştırır. Yükümlülükleri olmadan haklarından konuşmak ise onu asileştirir ve bayağılaştırır. Bu ikisini bir arada düşünmek, kaybettiğimiz en önemli değerimizdir. Sevgiyle ilgili hususta meseleye bakarsak, belki sevilene karşı yükümlülüklerden konuşmak gerekir. Çünkü sevmek bir iddia ve iddianın kanıtlanması gerekir. Mesela ayet-i kerime’de Yüce Allah ‘Allah’ı seviyorsanız, peygambere uyun’ diye sevgiyi test eder. Çünkü Allah7ı sevmek bir iddiadır ve bunun kanıtı peygambere uymak, yani ahlaka uygun bir hayat yaşamaktır. Tersi düşünülemez. Günümüzde burada da büyük sorun var. Herkes çok seviyor, ama sevginin göstergesi yok. Unutmamak gereken hususlardan birisi de, emanet duygusu. Herkes birbirine emanet olarak verilmiş ve bize ait her ne varsa, aslında emanet. Emanete hainlik etmemek lazım.

-Son dönemlerde herkesin kendini küçük bir tanrı olarak gördüğü fikri yaygın katılyor musunuz?

Sorunu ‘son dönemlerde’ diye sınırlamak yanlış. İnsan yaratıldığı andan itibaren kendini öyle görür. Dinlerin temel hedefi de insana varlık içindeki yerini göstermek. İnsan bazen haddini aşıyor, bazen de kendisini büsbütün değersiz görüyor. Din insana “orta bir yer” –hayvandan aşağı olmak ile Tanrı olmak sınırları arasında- tavsiye ediyor ve bu orta yerde durmanın sadece erdemle ve ahlakla mümkün olabileceğini söylüyor. Orada durmak bir miras, bir ayrıcalık değil. İnsan Tanrı olamaz ama O’nun ahlakıyla ahlaklanabilir. İnsanın değeri de ahlaklanmaya bağlı. Fakat bir hususu unutmamak lazım: İnsan ahlaksız olduğunda, onun alternatifi hayvan olmak değil, Kuran’ın ifadesiyle “hayvandan beter” olmaktır. Çünkü kendisine sunulan imkanları yok etmiştir. Bu bakımdan insanın kemali ve insan olmanın anlamı, dinin bize söylediği kadarıyla, Allah’ın ahlakına sahip olmaya çalışmaktan geçer.

-Hayatımızda sizce yersiz ve anlamsız yere neleri tüketiyoruz?
Bence en anlamsız tükettiğimiz şey, zaman, sonra beden ve ruh sağlığımız. Mesela çok öfkeliyiz. Bunun biraz genç bir toplum olmakla ilgili var tabii ki. Öfke aslında çok temel bir insani özellik ve Allah7ın insana bir lütfu. İnsan yanlış bulduğu şeye karşı veya gerçekleştiremediği şey nedeniyle öfkelenir. Fakat öfke akıl tarafından dengelenmezse, tahripkar ve kontrolsüz bir güce döner. İnsanlar pozitif anlamıyla daha “bencil” olmalı. Kendilerine zarar verecek yerlerden, kişilerden, düşüncelerden uzak durmalılar. Ömür kısa ve onu güzel işler için kullanmak lazım. Zihnimizi ve gönlümüzü boş ve lüzumsuz işlerin, düşüncelerin, korkuların, hayallerin, beklentilerin cirit attığı bir yer haline getirmemek lazım. Sonra kendimizi başka insanlar için bir yük, onlara zarar veren bir varlık haline getirmemek gerekir. Hz. Peygamber ‘İnsanların hayırlısı onlara fayda verendir’ buyurmuş. Bu hadisi düstur edinmek gerek. Unutmamak lazım: Ahlak, bize davranılmasını istediğimiz gibi başkasına davranmaktır.

-Sokakta yürürken veya toplum içene çıktığınızda hangi tablolar sizi üzüyor? Farkedilmeyen fakat büyük anlamlar ifade eden üzücü kareler var mı?

İnsanların sürekli bir koşuşturma içinde somurtkan ve ilgisiz bir şekilde yaşamaları üzücü. Davranışlar ölçüsüz. İnsanlar bir çok davranışını bir şeyden kaçmak için yapıyor. Bir şey haz verdiği için, güzel olduğu için, yapılması gerektiği için yapılmazsa, insana kesinlikle bir şey katmaz. Mesela pek çok davranışın gerekçesi “stres atmak.” Belki sorunların bir kısmı modern hayatın kendisinden kaynaklanıyor. Geleneksel değerlerimizi modern dünyaya nasıl tatbik edebileceğimizin formülünü bulmuş değiliz. Modern hayat da ahlak ve insanlık değerleriyle barışık bir değer anlayışı geliştirebilmiş değil. Bu bakımdan bir sıkışma söz konusu. Mesela Peygamber Efendimiz insanları rahatsız edecek bir halle toplum içine çıkmayı doğru bulmamış. Bunun için verdiği örnek ağır kokulu yemekler yemekle ilgili. Bu hadisin bir yorumu olarak şöyle diyebiliriz: İnsanlara yük olacak ve onların canını sıkacak, onlara negatif enerji verecek bir halet-i ruhiye ile topluma çıkmamak lazım.


-Bayram derken sorunlu alanlara girdik galiba...birazda güzel şeyler konuşalım isterseniz. Peygamber efendimizin bayramları hakkında ne tür bilgiler var?

İslam belki hiçbir dinle karşılaştırılmayacak ölçüde gerçekçi ve insan kabiliyetlerini dikkate alan bir din. Bu bakımdan ibadet var, emek var, yorulma var, sonucunda bayram var, neşelenme var vs. Hiç biri ötekinin alternatifi görülmemiş, hepsi hayatın bir gerçeği kabul edilmiş. Her şey yeterli ve yerli yerince! Ne az ne fazla! Asr-ı saadet, hüznün ve karamsarlığın hakim olduğu bir dönem değildi. İnsanlar peygamberin yanında eğleniyor, neşeleniyor, gülüyorlardı. Hatta bu eğlencelere kadınların katıldığı biliyor. Öte yandan, bayram cemaatin bir mutluluğu ortak paylaşması demek. Hz. Peygamber ‘Komşusu aç yatan bizden değildir’ der. Bunu bütün üzüntü ve sorunlar için düşünmek gerekir. Sevinçli insan üzülenin sevincini paylaşmalı, üzüntülü olan da sevinçlinin sevincine ortak olmalıdır.


-Tasavvuf büyüklerimizin bayramla ilgili özel ifadeleri anlatımları var mı?

Bence sufiler için esas bayram insanın tam bir insan olmasının verdiği mutlulukla gerçekleşir. Gerçekte de ancak bundan dolayı sevinilir. Çünkü bunun dışındaki her şey geçici. Bütün emeği ve gayreti kalıcı olan hususlara tahsis etmek gerekir. Belki Hacı Bektaş Veli’nin ‘İncinme, incinsen de incinme’ ilkesini her günü bayram gibi yaşamanın bir düsturu ve formülü olarak zikredebiliriz. Nice hayırlı ve mutlu bayramlara.



Roportaj Kurban bayramının birinci günü Yeni Asya gazetesinde yayınlanmıştır.


Ekrem Demirli