4 Aralık 2008 Perşembe

ADEME SECDE MESELESİ

selamu aleykum .
ademe secde meselesi:Ali ağabeyimizin hep hatırlattığı küçük bir mesele vardı hani
Allah c.c. ademi yaratacağını meleklerine haber vermişbütün melekler ağlamaya başlamışlar,çünkü insanoğlunun yeryüzünde bozgun çıkaracağını seyretmişlermiş
bu nedenle yalvarmaya başlamışlar Allah a..bu ademi illa yaratmayı murad ediyorsunuz ama,kardeşler kanlarını akıtacaklar..o zaman Cenab-ı Allah meleklerine başka bir sahne seyrettirmiş..

insanoğlu yeryüzünde aile kurmuş,eşini bulmuş,yuva sıcaklığı içinde evlatlar yetişiyor,aile saadeti kısaca..
bu sahneyi görünce melekler hayranlık ile sevinmişler ve biribirlerine sarılmışlar

Ali ağabeyimiz aileye ,özellikle evlat yrtiştirmeye azami önem verirdi,
çünkü Allah c.c. aile saadetini murad etmiş ve ademi o sebeple yaratmıştır

her bakımdan muhabbet ve cüzi aş ve melekler böyle evleri tavaf ederler derdi Ali ağabeyimiz ve bildiğiniz duayı yinelerdi.

evleriniz meleklerin tavaf ettikleri evler olsun
inşallah

bundan sonra gelelim ademin yaratılışına

öncelikle mesnevide adem'in yaratılışı bahsi çok güzel anlatılmıştır öneririm okumanızı
Cenab-ı Allah adem a.s. ı yarattığında henüz ona ruhundan üflememişken secde emretti
sebebi ise ademin cisminde Allah ı birlememek ve Allah a mı, adememi secde diye karışıklık olmaması.

adem bir cesed iken melekler ona secde ile emrolundular

burada secdeninde secde edileninde hükmü yoktur

asıl hüküm Allah'ın neyi emretmiş olduğu ve emir alanların emir sahibine kati itaat etmesi melesidir


anlatabildim inşallah
yani şeytan-ı lain de halen bir melek olduğu halde(henüz HUZUR-u ilahiden kovulmamıştı)

o emre itaat etmedi
daha kötüsü ise ,,,,muhakkak anlamaya çalışın

o emri SORGULADI

SORGULADI

SORGULADI

YANİ EN OLMAMASI GEREKEN TEK ŞEY BUDUR BÜTÜN HAYATLARIMIZDA

hangi kefenin elemanı olacağımız buna bağlı

sorgulamak (şeytan-ı lain in adeti) Allah dedi ve bitmiştir (mekelerin adeti)
melek ise iman ehlinin gökteki yegane kavmidir

secde Allah'ın emrine idi
işte bütün mesele bu kadarCIK
bu "cık" ise çok sancılı bir şeydir evet güzel kardeşim,size yazınızıda okuduğum için daha bir gönül rahatlığı ile şöyle söylemek istiyorum
siz anladınız elbet, sözü kaldırın aradan

bu söz perdesi en kalın perdedir

heleki hal insanları söz makamındakilerle çok uzak kalırlar
siz söylemeyin
ama muhakkak işitin
çünkü kati itaat için muhakkak işitmiş olmak gerek
cesed kulak, ruh kulak, hepsiyle birden işitmek gerek
taa kilometrelerce uzaktan imdad edenler bütün kulakları ile işitmeyi öğrenmişlerdir evvela
bizim acizane öğrendiğimiz birşeydi size aktardık inşallah
sonra bakmadan görmeyi öğrenmek gelecek
ama önce işitmek
bütün letaiflerimizinde perdelerini kaldıracak ve bizleri göktekilere benzetecek olan önce itaat
ve secde,kalp secde ettiği zaman bedeb secde ediyordur, ama ryhyn secdesi Allah dedi ve bitmiştir demekle başlıyor
akıl yok yani burada
akıl dünya işlerini ve adaleti sağlıyor
uhrevi meselelerde akıl yol aldırmıyor
o nedenle şeriat diyorlar bize
şeriat ilk adımdan itibaren Allah demiştir yapılacak demektir
diye başlar
şeriatsız yol alınmıyor ,Allah muhafaza sonu zındıklık denilmektedir
en basit örneği ele alalım,kişilerin demesine bakmayın,insanlar çok şeyler der
bizim Allah karşısında yakınlığımız ve bunu hissetmemiz önemli
evet böyle söylediğini hatırlıyorum bizede

Ali ağabeyimizede eziyetler çok edilmiş
efendimiz s.a.v hazretlerine de
bu yolda engel çoktur
ama yazınızda söylediğiniz çok güzel bir ifade var,
hedefe varanlar öyle yada böyle geri dönmeden ilerlemeye çalışmış olanlardır
başa döne döne, insanın başıda döner,yoluda şaşar,taakatide biter..
şeriat demek zaten tam anlamıyla Kuran-ı kerimde istenilenlerdir
ve hadis-i şeriflerde izahı genişletilenler
bütün anlatılanlar ve bizden istenilenlerin hepside Allah'ın emri zati
hani bir yola girdik (tarikat)
bir hedefe varmak istiyoruz (Allah)
hangi yol ve klavuz ile gidilir
yada şöle diyelim
ben size gelmek istesem ,size sorar adres isterim
sizin tarif ve emirleriniz ile sizin evinizi bulabilirim

bizde Allah evine ,Muhammed kapısından gireceğiz
Allah'ın emirleri ile yol bulacağız
yoksa başka saptırıcılar (şeytan-ı lain) tuzaklar ile bizi hiç haberimiz olmadan saptırırlar
dosdoğru sanırız kendimizi ama değilizdir
bunun ölçüsü işte şeriat
Allah ın mekanında,onun verdiği can ve bedeb ve diğer cihazatımızla yaşayıp nimetlere gark oluyoruz
üstüne üstlük muhabbete de talip oluyoruz
ama şartlar ağır, şu şeraitleri yapmak istemiyorum diyeceğiz
samimiyetsizlik değil midir
zataen imanın aslıda samimiyet ve ihlas değil midir
işte kardeşim bizim anladıklarımız
bu kadar

Ali ağabeyimizi çok özlüyorum, gülümsüyor rüyalarda hep
o kendiliğinden konuştu zamanı gelmişse
mubarek parmağını yukarı kaldırırde ara sıra
başınıda yukarı ima ederek tebessüm eder

O'nun dediği oluyor evladım bizimkiler dua der,sözü öyle bitirirdi

Ümran hanım(msn de bir yazışmadan alıntılar)a teşekkürler

Sürdürülebilirlik

Değerli Dostlar;


Milletimizin bir özelliği mi, yoksa bulunduğumuz toprakların hikmeti mi bilinmez ancak son zamanlarda bir konuyu oldukça fazla gözlemlemekteyim. Bu konuyu da sizlerle paylaşmak ve fikirleriniz almak niyetindeyim, müsadenizle.


Bir teknik proje olsun, bir siyasi veya iktisadi hamle olsun, bir girişim olsun; başlangıçları çok güzel yapmaktayız. Devamında çıktılarımızı ve kazançlarımızı da sağlayabiliyoruz. Ancak zamana bağlı olarak sürdürülebilirlik ilkesinden uzaklaşıyoruz. Bu konuyu iki somut örnek ile açmak isterim. Örneğin bir girişimci bir konu üzerine kafasında plandığı bir projesi pazar araştırmasına da bağlı kalarak bir ticari teşebbüste şekillendiriyor. Bu teşebbüsü neticesinde mevcut pisaya koşullarında güzel kazançta elde edebiliyor. Ancak mevcut pazar ihtiyaçları karşılandıktan sonra küçülmeye ve hatta girişimini kapatmaya kadar yol izliyor. Bundan dolayı da hem kendisi, hem de kendisinin yanında bu girişimden nemalananlar zarara uğruyor. Bu örnek çok uzakta değil sadece çarşı-pazara bakmamız yeterli. Bu somut bir örneğin yanında bir sosyal örnekte vermek isterim. Örneğin yazılı ve görsel basın özellikle Dini Günler ve Ramazan ayı içinde izledikler yayın politikalarını daha bayramın birinci günü değiştiriyorlar. Mesela programlar daha muhafazakar lakırtılarla doldurup bayramın birinci günü sabahı magazin dedikleri ne olduğu mechul yayınları getiriyorlar ekrana; ya da gazetelerinin son sayfasında yer alan müptezel bayan resimlerini Ramazan sürecinde kaldırıp, bayramın ilk günü tam sayfa olarak yayınlıyorlar. Şimdi diyeceksiniz bana bu yayınları izleme; ancak mevcut trajları ve izlenme oranları oldukça yüksek olan basın-yayın organları da izlenilmeden memleket meseleleri hakkında farklı bir bakış açısı da almak mümkün olmuyor. Elbette bu durumda hem ilk örnekte verdiğim girişimcinin, hem de ikinci örnekte verdiğin basın-yayın editörünün belki de sorumluluğu arz talep dengesine yanıt vermek. Ancak bu durum sizce de sürdürülebilirlik ilkesine aykırı değil mi? Ve belki de şu soruya cevap vermek daha doğru olur; bu arz telep mekanizmasını tetikleyen bizler sürdürülebilirlik ilkesine ne kadar yakınız?


Değerli Dostlar;


Sürdürülebilirlik ilkesi aslında bizim için ne kadar da önemli. Bugün, içimden geldi iyilik yapayım diyen bir insanı, yolda birine yardım ederken gördüğümüzde ne kadar hoşumuza gider. Ancak devamı gelmez ise bir günlük insan merkezli olmak bu adama ne kadar yetebilir? Mesela 1999 depremleri sonrası yapılan yardımların devamlılığı oldu mu? Bildiğim kadarıyla olmadı ki, Kızılay şu an kan bağışı kampanyası açma zorunluluğu hissetti. Ya da Ramazan ayı boyunca nefsine söz geçirmeye çalışan kişi, bayramın birinci günü bayram namazı için yer kapma yarışına girdiğinde; futbol yorumcularının dediği gibi; dakika bir, gol bir olmaz mı?


Efendim,


Sürdürülebilirlik konusunda bir çok yayından kaynak verebiliriz; ekonomi dergilerinden, eğitim formasyonu kitaplarından, tasarım makalelerinden, ve hatta felsefe kitaplarından. Ancak bu konuda benim kaynağım Hz. Pir, Mevlana’nın sözü olacaktır; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Sizce de bu söz üzerinde tefekkür gerekmez mi?


Niyet edelim ki Rabbim yazdıklarımızı önce bize nasip etsin...Sonra da ihtiyacı olanlara....


Lafı çok olanın yalanı da çok olur derler.


İzninizle efendim.


Mümtaz Ali Tahir