16 Ocak 2009 Cuma

Kirlenilmeden Temizlenilmiyor - 2

Anka Kuşunun Kanadına Takılı Bir Yolcu, Bir Yol...

Taksim'den bindikleri dolmuşta hiç konuşmadılar. Boğaz Köprüsü'nden geçerken şehrin güzelliklerini izleyen yolcuların aksine gözleri hiç bir şey göremiyordu. Ne şehir ne de Boğaz'ın güzelliği onu cezbetmişti. İçindeki sızı, kıtalararası yolculukta kendini daha belli ediyordu sanki. İleride eksi şehrin siluetine baktı, daldı sadece....
Nasıl olurda bu güzel şehirde bu kadar kirlenebilirdi? Suç kendisindemiydi, ailesindemiydi, şehirdemiydi. Hiç biri diye geçirdi içinden....Eski ders zamanları aklına geldi Mithat Bey ile yaptıkları. Hocası okulda onlara edebiyat haricinde ebedi hayat dersleri de verirdi. Ancak hiç kimse ilgilenmezdi, özellikle de kendisi. Halbuki şimdi tüm anlattıkları zihninde canlanıyordu. Demek ki dedi içinden ben dinlemişim. Hocası demişti ki:”Herşeyde hayır vardır. Allah sizin bilmediklerinizi de bilir, hayırsız, şerli herhangi bir şey yoktur. Sadece hayırı göremeyen perdeli gözler vardır.” Kendi kendine güldü. Şimdi ne hayır vardı durumunda. Çevresini, okulunu, sağlığını, saygınlığını kaybediyordu. Nasıl hayır var dedi. Bu düşünce akisleri ile Göztepe'de Mithat Bey'in evinin durağında indiler. Mithat Bey konuşmuyor, kendisi de herhangi bir soru sormuyordu. Sorgulamıyor, sadece yapıyordu. Aynı dün olduğu gibi ayakları gidiyor, kendisini çekiyordu.
Mithat Bey'in evinde yüzünü, gözünü yıkayıp Mithat Bey'in verdiği kıyafetlerle üstünü değiştirdi.
Mithat Bey eşi Mürvet Hanım bu durumlara alışkındı. Eve her zaman misafir gelirdi, ancak bu durum şimdiye kadar alışık olmadığı kadar karmaşıktı. Mithat Bey hiçbir şey konuşmuyordu, misafiri ve beyi suskundu.
Yemekten önce Mithat Bey odasına çekildi, namazını kılmak için. Kendisi de salonda koltuğun ucuna ilişki. Garipti, mahçuptu. Ancak kendini kurbanlık bir koyun gibi hissediyordu. Kaderine razıydı. Böyle bir düşünce içinde, içeriden Mithat Bey'in sesi duyuldu, kendisini çağrıyordu. Hocasının odasına girdi. Mahcubiyeti her geçen saniyede artıyor. Saniyeler saatlik bir hal alıyordu. Mithat Bey'in gül yüzü daha da güldü, yüzündeki gülümsemeyle yine ellerini yanaklarına koydu, Alnını öptü. Karşılıklı oturdular. “Bak oğlum yolda da, eve gelince de hep kendini dinledin; şimdi otur da biraz beni dinle bakalım” dedi. Başını kaldırdı hocasının gözlerine baktı ve dinledi. Belki de hayatında şimdiye kadar ilk defa bunu yapacaktı. Duymuştu ancak dinlemesi belki de ilk defa olacaktı.
“Evladım, hayatta her zaman hayır vardır. Hayırsız bir durum söz konusu değildir. Bak bakalım şimdi bu halıya temiz mi?....Temiz çünkü temizlendi. Kirliykende, temizkende özelliği, değeri, işlevi aynı. İşte sende böylesin. Kirli değilsin. Kir bir sıfattır. Sıfatı da bizler veririz, kişiye göre de değişkendir. Var sen kendini kirli gör. Hikmeti budur, ancak gayret göster, temizlen; temizlen ki ne kendin de ne de başkasında kir görme. Temizlenme her zaman suyla, sabunla olmaz. Kimi zaman ateşle de olur. Biliyor musun kalayı? Ateş tüm pislikleri temizler. Artık gayret göster ateşi yakalım, temizlenmeye başla.” dedi. Hiç cevap vermeden dinleyip “İnşallah Hocam” deyip Mithat Bey'in ellerine kapandı göz yaşlarıyla. “Biz dostuz, gönüldaşız. Gönlün baki kalsın. Ateş açılsın, aşk olsun, dem bulsun, Allah gazanı mubarek kılsın” dedi. Heyecanlanmıştı, göz bebekleri küçülmüş, birlikte salona geçtiler. Yemek ve çay faslı sonrası artık gitme vakti diye düşündü. Hocasından izin istedi ve elini öptü. Mithat Bey'de onun alnında öptü ve tekrar dedi ki “Gazan mubarek olusun.”

Kapıdan çıkan o değildi sanki. Kendisini çok güçlü bir komutan olarak görüyordu. Sakin ve emin adımlarla yola düştü. Eve vardığında evin dağınıklığına güldü. Aslan yattığı yerden belli olur derlerdi ama yatanın kim olduğunu dile getirse tüm hayvan aleminden özür dilemesi gerekir. Üstünü çıkardı, bir niyetle suyun altına girdi.
Evi topladı, çöpleri ayırdı. Artık evi temizdi ya kendisi?
Uzun zamandır odasında asılı olan seccedayi aldı eline. Nasılda uzak kalmıştı, nasılda yıllar geçmişti alnını deydirmeyeli. Niyet etti etmesine ancak “Allahu Ekber” ile gözlerindeki yaşlar akmaya başladı. Hıçkırıklar kesilmiyordu, sanki içindeki o ejderha ölüm nidaları atıyordu. Selamı verdi aleme ve uykuya çekildi.
Derin bir nefes, sonrası bir karanlık, bir huzur, bir alem....
Bir fetih sonrasıydı. Üstünde çok farklı bir kıyafet. Sanki zaman öncesi, güldü. Diz çökmüşlerdi. Bir tanıdık var mı diye etrafa bakındı. Yanında gözleri sürmeli biri vardı. Gülümsedi ona. “Şimdi bak sandukayı açacaklar.” dedi. Ne sandukası, burası neresiydi. Sorulara başlıyordu ki yanındaki sürmeli “çok yorulduk, aynı şaşkınlık bende de var. Ama sonuçta bak surlarda sancak sallanıyor. Hamdolsun Ayasofya'da ezanı da duyduk ya” dedi. O an hatıralar sıralandı gözlerinde İstanbul'u almak için savaşmışlardı sancağın altında ama bu sanduka dedi içinden. Tekbirlerle sanduka açıldı, açılmasıyla etrafa bir gül kokusu yayılıyordu. Bu kokuyu hatırlıyordu ama bu gül kokusu neredendi. Sandukanın içinden naaşı çıkardılar. Kimdi bu? Bilemiyordu. Herkese baktı secde varmışlardı, o da vardı secdeye. Hiç bozulmamış bir naaş. O kadar güzel ki. Bu güzellik için kelam susar kalem ağlardı. Ah o güzellik. Kim o? Sordu sessizce. Sürmeli gülümseyerek “ Tanımadım değil mi? Gül Peygamberimiz, Resulullah.”
Ter içinde, gözlerinden yaş dökülürken uyandı. Kalbi sanki göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Kıpırdayamadı yatakta. Saat kaçtı, gün neydi, okul mu vardı. Sanki zaman durmuştu. Kalbinin sesinden başka bir şey duymayan kulakları ezanların başlamasıyla irkildi. Hafifçe gülümsedi. Yatağından kalktı. Abdestini alıp seccadesini sererken aklına rüya alemdeki secdesi geldi. Namazını kıldıktan sonra çay suyunu koydu ocağa. Evi toparladıktan sonra çay suyunun kaynadığını gördü. Çayını demledi. Camdan dışarı baktığında sokaklarda telaş başlamıştı. O ise sanki alemin dinginliğini yaşıyordu. Kaç dakika geçirdi camda bilemiyorken, çay demlenmiştir diye mutfağa ilerleme başlamıştı ki kapı zili çaldı. Bu saatte kapısı hiç çalınmamıştı. Hayırdır inşallah diye kapıyı açtı. Kapı aralandıkça burnuna gül kokusu gelmeye başladı. Aynı kokuydu rüyasında gördüğü, hisettiği; kalbi aynı şekilde atmaya başladı. Tam açtığında kapıyı, karşısında Mithat Bey duruyordu elinde kağıda sarılmış bir ekmek ile. Mithat Bey'in yüzünde gülümseme ile “Demlendi mi çayını?” dedi. Derinden bir ah nidası apartmanı kapladı, alemi kapladı, kendinden geçti.....