5 Aralık 2008 Cuma

VİRA BİSMİLLAH

Değerli Dostlar;

Söz uçar yazı kalır derler.

Bundan dolayı bende gönlümden geçenleri sizlerle yazılı olarak paylaşmak istedim. Dostlarıma yazdığım satırlara “Sahibini Arayan Satırlar” derim. Belki bir kaç satırda sizi arıyordur! İnşallah bu yazıyla sizi haddimden fazla meşgul etmem.

Vira Bismillah!

Değerli Dostlar;
Hepimizin bir amacı, uğrunda mücadele ettiğimiz meseleler var. Kimisi planladığımız, kimisi de kader diyebileceğimiz mücadele yumağının merkezinde ne olmalı? Çevreme baktığımda ve çevreme sorduğumda mücadele ve sorunlar hayata dair. Peki hayat mücadelesi ve sorununa nasıl bakmalıyız? Öncelikle hayatı anlamalıyız belki de. Hayatı nasıl tanımlarız? Son günlerde duyduğum ulvi gözüken ancak bana göre oldukça kısır bir söz var. “Nefes aldığın müddetçe yaşıyorsun.” Yaşam sadece nefes almaksa, biyolojik aktiviteleri yerine getirmekse; affınıza sığınarak şunu söylemek isterim: “Ahırdaki bir hayvan gibi yaşamak ne kadar güzel.”. Mücadele yok, amaç yok, erdem yok, sahibin yemini verir, sende süt üretir karşılığını verirsin. Halbuki yaşam dediğimiz süreç, biyolojik faaliyetlerin yanında insan olma erdemine sahip olabilmemizin de sınavı değil midir? Yaradılışını insan olma onuru ile tamamlamış varlığımızın mutlaka biyolojik aktiviteler haricinde de bir yaşam menzili olmalı. O zaman hayatı ve yaşamı anlamada ilk evre insanı anlamaktır derim. İnsanı anlamak bir durum çalışmasıdır. Durum çalışmalarında seçme metodları dikkate alınarak bir örnek alınır. O halde insanı anlamak için bir insan olmaya namzet örneğine ihityaç vardır. Bu durumda örnek kimdir? Bana sorarsanız insanı anlamak için en iyi örnek kişinin kendisidir. Hayatı anlamada, insanın kendisini bilmesi ve tahlil etmesi en önemli basamaktır. Bu durumda insanın kendisini sorgulaması gerekir. Kim olduğunu ve yaradılış sebebini bilmesi ve bu bilgisinden menzilini görebilmesi gerekmez mi?
Yunus ne kadar güzel demiş: “İlim ilim bilmektir; İlim kendin bilmektir; Sen kendini bilmezsen; Ya nice okumaktır.” Yunus’un ilmi neydi? Yunus’un ilmi kendisine dairdi, kendisinden başlayıp kendisinde sonlanan bir ilim anlayışı ile yaşamı ve hayatı tanımlamıştır Divan’da. Demek ki kişinin ilim sahibi olabilmesi için öncelikle kendisini bilmesi gerekir. Yunus’un menzili İlim’di, çıkış noktasıysa kendisiydi. Bu tanımlama tüm ilimler ve tüm menziller için de geçerli değil midir?
Yaşam menzilimizi oluşturan biyolojik sürecimiz değildir. Duygularımız, duyularımız, nefsimiz, egomuz, aklımız, kötülük ve iyilik anlayışımız menzili oluşturur. Bu anlayışta olmayanlar biyolojik organizmalar ve insan harici yaşayan varlıklardır. Hoş bu anlayışta olmayanlar için yaşıyor denilir mi? Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Amak-ı Hayal” adlı eserinde yaşama ve hayata dair fikirlerini söyleyen Raci için dervişler “Vay sen yaşıyor musun?” diye sormuşlardır. Evet kendisini bilmeyen biri nasıl olurda hayatı ve yaşamı bilir? Daha da doğrusu kendisini bilmeyen için nasıl olurda yaşıyor denir! 

Efendim;
Hayat ve yaşam bir zarftır. Zarfı açalım, içindeki insanı okuyalım. Hayata ve yaşama dair ne varsa ondadır.
Niyet edelim ki Rabbim yazdıklarımızı önce bize nasip etsin...Sonra da ihtiyacı olanlara....
Lafı çok olanın yalanı da çok olur derler.
İzninizle efendim....

1 yorum:

Adsız dedi ki...

4 yorum:

nuralem7 dedi ki...
BLOĞUMUZA HOŞGELDİNİZ..
İNŞALLAH BİZDE YAAŞAYANLARDAN OLURUZ ..ÜZERİMİZDEKİ ÖLÜM TOPRAĞINDAN DİRİM HALİNE GEÇERİZ VE AMİNN..

28 Kasım 2008 Cuma 09:50
semazen dedi ki...
Hayatı anlamadan ölümü idrak edemeyeceğiz. Hayatı anlayabilmek için ise doğuma dair algımızın açılması gerekiyor. Doğmak ise var edilmek yani, Rabbi Teala'nın hayat nimeti ile nimetlendirmesi.. Bu nimetin ne olduğunu ve şükrünün nasıl eda edilebileceğini öğretip bizlere bu şükrü nasip etsin Mevlamız. AMİN

28 Kasım 2008 Cuma 14:43
nejat dedi ki...
Hu,
Safa geldiniz.
"Ger seninçün eylese işrak hurşid-i yakin
İrtihal etmeksizin görmüşdün ukbayı yakin

Hem görürdün zühre-i pür-zib günü lâ cirm
Nûr-u hüsnü kim serapa inkisaf etmiş hemin"

Eğer yakin nuru kalbine doğsa, elbette ahiret yurdu sana oraya göçmekten daha yakın ve aşikar görünürdü; ve dünya güzellikleri faniliğin zulmetiyle kararırdı.

Zatı alinizin yazısı İbn Ataüllah el-İskenderi hazretlerinin bu hikmetini tekrar tekrar düşünmeme vesile oldu.

28 Kasım 2008 Cuma 23:31
Mümtaz Ali dedi ki...
Hoş bulduk, hoş gördük.

Sahibi Arayan Satırlar'ın muhatabı öncelikle bu fakirdir. Değerli yorumlarınız ile inşallah çok şeyi bakarken görür olacağım.

Allah'ın selamı üzerinize olsun.

Hoş; selaamı veren de O, alan da O; bizler vesileyiz.

Aşk olsun, dem bulsun.

Hu.

02 Aralık 2008 Salı 12:40